Kalem ve kuvvet arasındaki kafa karışıklıkları oksimoron izdüşümlerine işaret ediyor.
Kalemin kelamından çıkıp kelamın kalemine uzanan mürekkep yanılsamaları kendilerini ansızın klavye tıkırtılarına teslim olmuş vaziyette buluyor.
Denklem basit; Bilgi güçse, kalem kuvettir!
“Kalemine kuvvet azizim!” ne de olsa daha yazacak çok yolumuz var diyeceğimiz bir başlangıcın içerisindeyiz.
Dünyada bir nokta, virgülle komşu, ünlemle dost, soru işaretiyle muhatap olmaya hazır oluş hali içerisindeyiz.
“Yazıyoruz, öyleyse varız!” diyerek düşünceyi kendi antik dünyasına geri gönderirken, post-modernizmin nazal akıntıları içerisinde salya sümük münazaralara da kalkışıyoruz.
Her mecmua bir ihtiyacın, fikri bir talebin, içtimai bir kesitin karşısında kendine bir yer bulabiliyor.
İşte tüm bu yer bulmaların içerisinde keskinliğin rekabetiyle kaleme dahi kılıç gibi bir rakip çıkaran tarih “Kalem mi daha keskindir kılıç mı?” sorusunu tartışmayı ve kalemle kılıcı “keskin” bir şekilde ayırmayı sürdürüyor.
Kalemli kuvvetler, kalem ve kılıç tutanların, kılıcı kalem, kalemi kılıç gibi kullanabilenlerin bir araya geldiği, kesmesiyle acıtmayanların, yazmasıyla kanatmayanların çeliği ve mürekkebi, klavye ve ekranı insana ram ettiği mecranın ta kendisidir.
Sözümüz yazanlara değil okuyanlarıdır.
Kelamımız okuyanlara değil kendini bizde bulanlarıdır.
Kalemli Kuvvetler, kalemiyle değer katanlara açılan bir pencere, söyleyecek sözü olanlara geçmişleşmiş bugünün ve bugünleşmiş geçmişin bir kesişimi olmaya aday bir platforma duyulan ihtiyaç üzere konumlanmak durumunda.
Yazmak durmaktan, okumak bakmaktan, dinlemek susmaktan daha iyidir diyebilenler varsa buyursunlar okumaya.
Açık düşünenlerle, derin düşünenlerin meydan okumaları arasında Rousseau’dan bir alıntıyla hoş bulduk diyelim hoş geldin diyenlere; “Delilerle dolu bir dünyada akıllıca düşünebilmek, başlı başına bir deliliktir.”.
Kalemimize kuvvet…