Milli Amigo Birol’un, Eminönü Yenicamii Meydanı’nın ortasındaki halk etmek büfesinin camında bir defter dikkatimi çekmişti. Yıl, tahminen 1986-87 gibi... Basit bir çizgili lise defteri, kargacık burgacık el yazısıyla birşeyler yazan defterin başında “ANILARIM” yazıyordu.
İlginç bir adamdı Milli Amigo Birol, her zaman kırmızı-beyaz eşofmanla gezer, hangi spor dalında olursa olsun Milli Maç günlerinde elinde bayrakla çevre esnafı maça çağırır, normalde de o büfede ekmek, abonman bileti vs. gibi şeyler satardı, Kendisini medyadan da bilirdik, ara sıra spor programlarında mikrofon uzatırlardı.
Öyle acemice yazılmış defteri görünce “bunu buradan kim satın alır ki” diye düşündüm. Yine aynı çocuk/genç aklımla şunu da düşündüm: “Kimbilir içinde ne ilginç anılar vardır”.
Resmi tarih yazımı veya “genel kültür” diye tarif ettiğimiz üretim alanının çıktıları, genellikle “ünlü” insanlara aittir. Ünlü bir sanatçının, ünlü bir siyasetçinin, ünlü bir askerin vs. yaşadıklarıyla ve tecrübeleriyle ilgili pekçok detayı, biryerlerde yazılı olarak bulabilirsiniz. Peki ya ünsüz insanlar, bizler, bizlerin yaşadıkları ve onların içindeki dersler, tecrübeler? Hayır, onlar kaybolup giderler.
İnsanüstü garip yetenekleri olan insanları konu alan Heroes adlı dizide en korkulan kişilerden biri, insanların kafatasına dokununca bütün anılarını silen bir karakterdi. Düşünsenize, tüm yaşantınızdaki anılarınız bir anda silinse ne olur, insanlar, yaşanmışlıklar ve herşey.
Milli Amigo Birol gibi dünyanın çeşitli yerlerinde maçlarda edinilmiş tecrübeler kimin ne işine yarar bilemeyiz ama her insanın yaşamında karşılaştığı olay ve bilgileri derleyip işleyebilseydik de bunları gelecek nesillere sağlıklı şekilde aktarabilseydik, elimizde nasıl bir hazine olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Şimdilerde instagram’da veya sosyal medyanın diğer mecralarında, bir ödül töreni veya bir televizyon programından kesitlerde hayat tecrübelerini paylaşan insanlar görüyoruz. Bazıları çok genç, bazıları çok yaşlı ama her birinin tecrübelerinde az veya çok bir doğruluk payı veya işe yarayan bir parça olabiliyor. Hatta karakterinize ve becerinize göre farklı doğrular olabiliyor. Bunları süzüp özetini anlatırsanız “hayat dersi”, süzmeyip de olayı olduğu gibi anlatırsanız “anı” oluyor vefakat her ikisi de kıymetli.
Bu açıdan baktığınız zaman Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ni kıymetli yapan unsurlardan biri, “ünlü” dediğimiz ve tarihe geçen kategorinin bir altında olan, yani daha ünsüz, daha sıradan olan hayatın o günkü fotografını çekmiş olmasıdır. Evliya Çelebi; mesela “Celali İsyanları”’nın tam ortasında kalmıştır ve bütün süreci anlatır. Eğer o süreci bir vakanüvis gibi modern tarih anlatımı kalıplarıyla yapsaydı, bize çok kısıtlı bir bilgi sunmuş olurdu. Oysa, yaşadığı ev baskınından Bulgurlu Sahrası’ndaki nihai savaşa ve sonrasında isyancıların elebaşının uğradığı cezaya kadar, daha sonra bizzat padişahın çıktığı “kılıç artığı toplama seferi”’ne kadar anlattıkları, bize çok geniş ve detaylı bir bilgi vermektedir.
Peki bu yaşanmışlıkların önemi nedir? Bir savaşın nerede geçtiğini nokta atışı bilmek mi sadece? Elbette ki hayır. Bana sorarsanız, Milli Amigo Birol’un anılarında da, Evliya Çelebi’nin yazdıklarında da yakalamamız gereken, insan davranışıdır. İnsanın hangi şart altında nasıl davrandığına dair bir ortalama çıkardığımızda, kendi hayatımıza bir katkıda bulunabiliriz. Dünyada ne kadar hayat tecrübesi ve yaşanmışlık toplarsak, garip bir şekilde, insanların ortalama olarak aynı şartlar altında aynı tepkileri verdiğini görüyoruz. Tarihi yazıtlarda geçen cümlelerin birebir aynısını duyuyoruz. İmam-ı Gazali’nin –yanılmıyorsam Keşf-ül Kulûb olmalı- kitabında “kibir” bahsinde geçen bir cümlenin, kısa bir süre sonra birebir aynısını, tam da aynı şekilde duymuş olmam beni o zaman için çok şaşırtmıştı. Buna benzer daha pekçok örnek yaşadım.
Bir anlamda şanslıyız. Herkes tecrübelerini paylaşıyor. Üniversiteler, kurumlar, bilindik simaları çağırıp söyleşiler yaptırıyor. Hatta sırf bu tecrübelerini anlatarak geçim sağlayan tatlı dilli insanlar var.
Öte yandan beynin çalışma sistemi ve insanın algılama mekanizması üzerinde çok güzel ipuçları veren bilim kişileri var. (Bilim insanı sözüne ısınamadığım doğrudur) Bunların hepsi, bizim için birer veri. Elimizde ne kadar çok veri ve örneklem olursa, tahminlerimizde, yani hayata dair kararlarımızda o kadar çok isabet şansımız var. Fakat sadece günümüzdeki insanları değil, geçmiştekileri de dinlemek lazım. Kıyıda köşede kalmış, yüz yıllık veya bin yıllık hayat tecrübeleri, hatta keşke çivi yazısı tabletlerdekileri bilebilsek, sıradan hayatlardaki “anılar”’ı dinleyebilsek. Keşke Muzzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingirra’nın günlüğü tabletini romanlaştırmayıp tam tercüme etseydi.
Keza eski aile fotografları da böyledir. Zaman zaman Bitpazarı'nda veya sahaflarda yığınla aile fotografına rastlarsınız. Aileden mi kimse kalmamıştır da oraya düşmüştür, yoksa bir taşınma esnasında atılan kolilerden mi çıkmıştır bilinmez ama her bir fotografa uzun uzun bakarsanız, döneme ait çıkarımlarda bulunabilirsiniz.
Sözün özü: Her anı kıymetlidir, her anının içinde işinize yarayacak birşeyler bulabilirsiniz; çeşme akarken küpünüzü doldurun.
Not: Bu yazıyı yazarken yaptığım küçük bir araştırmada gördüm ki Milli Amigo Birol, o anılarını 1989 yılında bastırabilmiş. Online siparişi verdim bile.